Ne kadar narin ve ne kadar uzak görünüyor.
Bu narin uzaktalığın resmi, uzay yarışının ikinci aşaması 1968 Yılbaşısı’nda, Apollo 8 mürettebatı tarafından çekildi..
Yeryüzü ve üzerindeki incecik katmandaki canlı hayat, bu kocaman ıssız evrende serapsı bir vahaydı sanki.
Ay’ın ufkundan yeryüzünü böyle görmek ve zarif kırılganlığının farkına varmak, bakış açılarımızı da değiştirdi.
O zamanlar henüz tohum aşamasında olan çevrecilik hareketinin arkasındaki ana güç, işte bu değişen bakış açıları oldu.
Bu tıpkı, insanın başka bir ülkeye gittiğinde kendi ülkesinin farkına varması gibi bir aydınlanmaydı.
Dünya’mızın ne kadar küçük ve kırılgan olduğunun farkına varmamız için bizim de Ay’a gitmemiz gerekti.
Ekoloji, 1968’de uzaya fırlatılana kadar bir bebekti.
Ekoloji, uzayda o yüksekliğe ulaştığında kendi görüntüsü karşında donup kaldı. Kendine ilk kez ötekileşti.
Meğer, hiç de öyle güçlü kuvvetli ve sonsuza kadar dayanıklı bir şey değilmiş.
Hele, sonsuz ve ıssız evrenin merkezinde hiç değilmiş. Öylece kenarda duran küçücük ve kırılgan bir bebekmiş.
Ekolojiinin Ay’dan kendine ilk bakışı, bir bebeğin ilk kez kendinin farkına varması gibiydi.
Ötekileşmek ve çevreleşmekti bu.
Acı veren bir kendi dışına çıkma ve kendinin farkına varma deneyimiydi bu.
Ay’dan yansıyan değişen bakış acılarının yol açtığı bu yeni hareket, neden “çevreci” olarak nitelendi?
Oysa ki, “çevre” kavramı içinde bir “merkez” kavramının olmasını zorunlu hale getirir.
Kopernik ve Galileo sayesinde bencilliğimizin evrenin merkezinde yer almadığını güç bela kabul ettik
Fakat henüz bencilliğimizi yeryüzünde, içinde yaşadığımız doğanın da merkezine koyarak, yetkilendirmekten vazgeçemedik.
“Çevre” diyerek, bencilliğimizi doğanın merkezine ve zirvesine koyduk.
Çünkü bu kavramsal çerçeve, doğunun ölçülü birlik ve beraberlik bakış acısı yerine, batının ölçüsüz bölücü bakış acısı tarafından üretildi.
İnsan, doğa içinde bu ölçülü birlik ve beraberliğin ürettiği doğaya ait en ileri bilinç seviyesidir.
Bu nedenle doğadaki birlik ve beraberliğin ürettiği en ileri bilinç seviyesi olarak Ay’a gidebildik.
Ay’a giden aslında insan kılığında doğaydı.
Topraktan…Havadan…Sudan…Ateşten…Odundan…Madenden bir özneydi.
Bu nedenle, doğa insan için çevre olamazdı. İnsanın ta kendisiydi çünkü.
“Ekoloji” terimi de nedense köken bilim açısından yetersiz geliyor bana: “Oikos”, Yunanca “ev” demek.
“ev” kavramı da doğanın hak ettiği özne olma yetkisini elinden alıyor ve onu insanın çevresi yani nesnesi haline çeviriyor.
insanı, doğadan bölüyor ve ayırıyor. Doğanın birlik ve beraberliğini bozuyor.
Ekoloji yerine, akort kavramından “Akordoloji” kavramına ne dersiniz?
Neden “akordoloji”?
Köken bilimsel olarak, akort kelimesi dilimize Fransızca “accord” kelimesinden kazandırılmıştır.
“accord” kelimesini köken bilim acısından Türkçe’den Fransızca’ya oradan da Latince’ye kadar izleyebiliyoruz.
Latince “ac-cord”un ac’si, “ad” dan gelir. “ad” takısı da Latince “-e doğru” anlamındadır. Kalan “cord” eki ise, gönül ve/veya şuur anlamındadır.
Öte taraftan, sürdürülebilir üretkenliğimiz için hovarda Dionisos yanımızla, aklı selim Apollon yanımızın birlikteliğidir bu.
Bu nedenle Türkçeleşmiş “Akort”un köken bilimsel anlamı, gönül ve/veya şuura doğrudur.
Gönül ve şuur kavramları ise, doğanın kendini sürekli akort eden birlik ve beraberliğinin insanda en üst seviyesine ulaşmış bir ürünüdür.
Bu nedenle, “akordoloji” ve “akort sistem” terminolojisini , “çevre” veya “ekoloji” terminolojisi yerine öneriyorum.
Deniz Postacı
Not: Kendisi sürdürülebilir yaşam kolektifi (www.surdurulebiliryasam.org) üyelerinden olup diğer yazıları http://adcordis.wordpress.com dan erişebilirsiniz.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.